Ev dekorunda çiçekler

18 Ağu 2007



Eve ruh katan çiçeklerinizi evinizin hangi bölümlerinde ve nasıl kullanacağınızı bilmiyorsanız bu fikirleri dikkate alın!

- Bir köşeye atmış olduğunuz dededen kalma eskileri değerlendirin. Eski testiler, antika çaydanlıklar, klasik semaverler hatta kırık toprak testiler çiçekler ile buluştuğunda satın alamayacağınız birer güzellik oluşturabilirler.

- En güzel bulduğunuz vazonuzu, eskimiş küçük sandığınızı, kırıldığı için kullanmadığınız gümüş kabınızı ve benzeri görünüşü nostaljik bir anlam veren ama kullanılamayacak uygun kaplarınızı iyi anlaştığınız bir çiçekçiye götürün ve
bunun içine bir aranjman düzenlemesini isteyin. Pek rastlanmayan bir davranış olduğu için çoğu çiçekçi bu talebinize şaşırabilir. Ancak farklı olanı güzele çevirdiğiniz için siz kazançlı çıkarsınız.

- Biraz hareket ekleyin. Gardenya veya gerbera gibi çiçeklerin sap kısımlarınıçok kısa kesip kristal veya cam bir kase içinde yüzdürün. Yüzen tabaklı küçük bir mum ilavesi ile çiçeğiniz loş bir ışıkta çok güzel görünecektir. Bunun için açık renkli, tercihan sarı veya beyaz çiçekler seçerseniz mumunuzun etkileyiciliği daha fazla olacaktır.




-Misafirlerinize çiçekleriniz kokusu ve görüntüsü ile kapıda karşılasın. Antrenize kapıdan görünebilecek şekilde bir çiçekçiden alacağınız simit çelengi asın. Üzerindeki çiçeklerin ömrü dolduğunda bu çelenge aldığınız taze çiçekleri ekleyebilirsiniz.

- Evinizin uygun yerlerine aranjmanlar yerleştirin. Uygun yere uygun çiçekleri seçmelisiniz. Hediye olarak çiçek gönderecekseniz bile alıcının bunu nereye yerleştireceğini hesaba katmalısınız. Örneğin romantik bir akşam yemeği için güzel bir kurdele ile bezenmiş klasik bir gül aranjmanı, lilyum veya leylak aranjmanı seçebilirsiniz.


-Arkadaşlarınızla daha hareketli bir kutlama için antoryum veya gerbera içeren daha egzotik bir aranjman, öğle yemeği için bahar kokusunu taşıyan lale, iris veya benzeri parlak renkli çiçeklerden oluşan bir aranjman seçmelisiniz. Hangi amaçla hangi çiçeklerin kullanılacağı konusunda çiçekçinizden fikir alabilirsiniz.



- Çeşitlerin herbirinden birer buketi içerecek küçük vazolar Salonunuzun çeşitli yerlerine yerleştirilebilir. Misafirleriniz ayrılırken güzel bir akşamın hatırası olarak bunları vazosu ile kendilerine sunmak gerçekten güzel birer hediye olabilir.

- Yatılı misafirleriniz için komedin üzerine konulacak gonca çiçek vazosu onları
olumlu yönde şaşırtacaktır. Tek bir çiçeğin kullanılması bu konuda daha etkili olacaktır.

Peki Süpermen :))

Adamın biri evini arayıp karıcım bugün toplantım var biraz gecikecegim demiş!

Gece geç saatte adam evine çok sarhoş olarak dönmüş karısı kapıyı açmış ve hoşgeldin süpermen demiş!adam şaşırmış ama belli etmemiş.


İçeriye girmiş karısı !toplantın nasıl geçti süpermen demiş !iyiydi diye cevap vermiş.


Adam karısınna bana bir bardak su verirmisin demiş!kadın tabi süpermen demiş!


Adam karısına ne söylese tabi süpermen olur süpermen diye cevap veriyormuş.

Adam en sonunda yahu hatun geldigimden beri neden bana süpermen diyorsun? diye sormuş



Kadın cevap vermiş:başka hangi erkek pantolonunun üzerine don giyer demiş!!!

Eşref Ziya Terzi / Saçlarım kadar başım olsa

Gül Kız



Genç adam, işe giderken her gün yolunun üzerindeki güllerle dolu bahçeye bakmadan geçemezdi. Her sabah o rengarenk güller içini neşeyle, sevinçle dolduruyordu. Günler geçtikce güllere bakan gözleri, bahçedeki eve takılmaya başladı.Çünkü, son günlerde o evde, tül perdenin gerisinde bir genç kızın silüetini görüyordu. Her geçisinde güllere ve pencerede belli belirsiz görünüp kaybolan genç kıza bakmadan edemiyordu.



Bir sabah her zamankinden daha erken yola çıktı. Bahçenin önüne geldiğinde yüreğinin titrediğini, içinin ürperdiğini hissetti; her gün tül perdenin arkasında gördüğü kız, bahçede gülleri suluyordu.


Güzel kız, genç adamı görünce yüzü kızararak içeri kaçtı.


Genç kızın hayali gözlerinden kaybolmasın diye gayret eder gibi gözlerini sabit bir halde bir güle dikerek öylece kalakaldı.


Gördüğü güzelliğin etkisinde kalmış, sevdalandığını düşünüyordu. Genç adam, artık her gün bir öncesine göre biraz daha erken geçiyordu, kızı tekrar görürüm umuduyla.
Fakat tüllerin gerisinde görünüp kaçan bir silüetten başka şey göremiyor, kahroluyordu. Genç kız da her sabah heyacanla tüller arkasına geçiyor, genç adamın gelmesini bekliyordu.


Bir gün, genç adam bahçenin önünden geçmedi. Genç kız gün boyunca boşuna bekledi. Ertesi gün, daha ertesi gün yine boşuna bekledi, genç adam gelmedi.


Genç kızın yüreğine hüzün doluyordu. Başka bir gün, yine umutsuz gözlerle yola bakarken, bir grup insanın omuzlarında tabutla geçtiklerini gördü genç kız.
Aklından geçen korkunç düşünceden tüm vücudunun titrediğini hissetti, yüreği sıkıştı; yoksa genç adam ölmüş müydü !..


Genç kız yine her gün tüllerin arkasına geçiyor, boş gözlerle dışarıya bakıyordu. Yüzü de, artık bakmadığı, sulamadığı gülleri gibi soluyordu. Genç adam bir gün yine geçti bahçenin önünden.


Bir aydır yattığı hastaneden sonunda çıkmış, ilk iş olarakta güllü bahçenin önüne gelmişti. Ama ümit içinde geldiği bahçenin önünde, gülen yüzü asıldı; bahçedeki güller solmuş, pencere kara perdelerle sımsıkı kapatılmıştı.


Genç adam yolda oynayan çocuklara sordu; "Bu evde kimse yaşamıyor mu? " Bir çocuk; "İhtiyar bir kadın yaşıyor." dedi.


Genç adam cevabını duymaktan korkarcasına, başka bir soru sordu; " Burada yaşayan genç kız ne oldu?" Çocuklardan biri atıldı; "O öldü." dedi,
genç adamın yana düşen kollarını, yaşaran gözlerini görmeden başka bir çocuk atıldı; "Verem olmuş, dün öldü."


Yıllar sonraydı, küçük bir çocuk heyacanla annesiyle babasının yanına koştu, güller arasında, sallanan sandalyede oturan ihtiyar adamı göstererek bağırdı; "Dedem gülüyor, dedem gülüyor baba !..


"Koşarak ihtiyarın yanına gittiler, gülerken hiç görmedikleri yüzüne baktılar. Elinde bir gül olan ihtiyar adamın yüzüne, gerçekten bir gülümseme yayılmıştı; biten bir hasrete seviniyormuş gibi, yıllardır görmediği birine kavuşuyormuş gibi mutlu bir gülümseyişti bu.


Fakat gözleri kapalıydı...

Müslüman



muhterem kardeşim kerim balcı'nın "sivil" adlı yazısındaki "sivil" kelimeleri yerine, "müslüman" kelimesini koyunca, çok ihtiyacımız olduğunu düşündüğüm bir müslüman tarifi çıktı. bakalım, beğenecek misiniz?
s. demirci'


Müslüman', 'gönül' gibi olmalı; komşuluğundaki çirkinlikleri bile güzelleştirmeli. 'Gönül'ün 'alçak'a yaptığını yapabilmeli; 'alçak gönüllü'de olduğu gibi. Hırsızı masum kılabilmeli; 'gönül hırsızı' misali. Müslüman, gönül gibi olmalı; adamın gönlü müslüman olmalı.

Müslüman medeni olmalı; ne denî olmalı, ne densiz olmalı. Medeniyet onun sırtında yükselmeli; madeninde sırtlarda taşınmak hayali olmamalı. Kimliğini söyleminde ve eyleminde sunmalı; söylem ve eylemle kimlik dayatmaya kalkmamalı.

Müslüman özgür olmalı; ama özgürlüğün sınırının başkasının özgürlüğüne zarar verdiği noktadan önce kendisine zarar verdiği noktada bittiğini bilmeli. Müslüman, yaşamalı. Hayatta olmalı ve hayata çağırmalı. Yaşama ile değişim arasındaki ilişkiyi benimsemeli. Beyni ideolojik prangalar altında inlerken özgürlük hitabeleri okumamalı.

Müslüman dişlememeli, dişlenmemeli; fişlememeli, fişlenmemeli. Dişlemek dişlenmeye davet olduğu gibi, fişlemenin kendisini 'fişleyici' olarak fişlemek olduğunu bilmeli. Müslüman, kendisine uzak veya kendisine yakın diye kategoriler oluşturmamalı; çünkü kendisini her yerde ve herkesle görebilmeli. Müslümanın gettosu da; fildişi sarayı da; korunaklı barakası da; dağ başında mağarası da olmamalı.

Müslüman toplum, toplum olmalı; bir amirin veya amir ideolojinin emriyle toplanmış bir güruh olmamalı. Toplum mühendisliğine soyunmamalı; [cemaat görüntüsü ardında] elitokrasiyi savunmamalı; [“bölünürüz ha!” kaygısıyla] demokrasiden gocunmamalı. 'Toplum yanlış yapmış' diyen bürokratik oligark[ın yaptığı gibi] “hizmet” kelimesinin arkasına sığınmamalı.

Müslüman toplum kuruluşu, insan endeksli olmalı, insanın ihtiyaçlarını karşılamalı, insanın haklarını savunmalı; rejim endeksli olmamalı, ideolojik arayışlara kaymamalı, yeni bir toplum kurgulayan müslüman kıyafetli militan, partizan ve faşizan kafaları barındırmamalı.


Müslüman, kendini dinletmeli ama dinleştirmemeli; sizin müslümanlığınız size bizim müslümanlığımız bize dememeli. Kendi doğrusunu sevmeli; ama başkasının doğrusuna da sövmemeli. Var olmalı, varlığına saygı duyulmasını beklemeli; ama bunun başkalarının varlığından ve onların varlığına saygı duymaktan geçtiğini de bilmeli


Müslüman mûtî olmamalı; ama mûsî de olmamalı. İtaatsizliğini isyana dönüştürmemeli; fikir özgürlüğünü savunmalı; ama fikri kısıtlayan, dışlayan fikir beyanında da bulunmamalı.


Müslüman, çocuk gibi olmalı. Yaşlılar içlerinde bir çocuk yan sakladığı gibi, apolet takanlarımız da, hukuka hükmedenlerimiz de, ilmin kapı bekçiliğine soyunanlarımız da içlerinde bir [çocukça] yön saklayabilmeli.


Müslüman, toprak gibi olmalı. Hepimiz topraktan çıkıp, toprağa döneceğimiz gibi; herkes, ama herkes, içinde yetişip büyüdüğü [yere yöreye] bir gün geri döneceğini, [hesaba çekileceğini] bilmeli.

Evlenmeden önce doğru karar verin

Her genç hayaller kurarak evlenir. Kimi “kalbine mukabil bir kalp” “bularak mutluluğu yakalar, kimi yakalayamaz. Hayat arkadaşına “İyi ki evlendim.” diyenler olduğu gibi; “Ah! Keşke evlenmeseydim..” diye feryad ü figan edenler de vardır… Yeni evlenecek olan gençler sonradan “keşke” demek istemiyorlarsa şu noktalara dikkat etmelidirler:

1) KENDİNİZİ TANIYIN Eşinizi tanımadan önce kendinizi tanıyın. Evlilikten ne bekliyorsunuz? Evlilik sizin için ne ifade ediyor? Neden evleniyorsunuz? Evlilik bir fantezi mi? Yoksa hayat arkadaşlığı mı?

2) RUHEN OLGUNLAŞIN
Belirli bir ruhî olgunluğa gelmeden evliliğe yanaşmayın. Çünkü evlilik, evcilik oyunu değil. “Biraz oynar usanırsam eşyalarımı alıp eve dönerim.” diyemezsiniz. Evlenirken her zorluğa ve fedakârlığa katlanmayı göze alın.

3) EĞİTİMİNİZİ TAMAMLAYIN Mesleki eğitiminizi ya da kariyerinizi tamamlamaya özen gösterin.

4) REALİST OLUN Gözünüzdeki pembe gözlüğü bir kenara bırakıp, realist olmaya çalışın. Çünkü hayal üzerine kurulan evlilik, ilk hayal kırıklığıyla yıkılabilir.

5) ‘DEĞİŞTİRİRİM’ DİYE DÜŞÜNMEYİN Bazı şeyleri içime katlarım, beğenmediğim huylarını değiştiririm diye düşünmeyin. O zaman evliliğiniz bir şeyleri değiştirme savaşına dönüşür. Sürekli “Neden öyle yaptın? Niye böyle yapmıyorsun? Ben şundan hoşlanmıyorum. Ama sen yapmaya devam ediyorsun. Şu huyundan vazgeç.” demekle geçer.

6) İNANÇLARINIZA UYGUN OLANI SEÇİN Kendi dini inançlarınıza uygun birisini tercih edin. Kadın namaz kılar kocası içki masası hazırlatırsa, ya da erkek namaz kılarken eşi tersini yaparsa mutluluk oranı o ölçüde azalır. Eşler sürekli “sen yanlış yapıyorsun, ben doğru yapıyorum” tartışması yapar.

7) HUY, AHLAK VE MİZACA DİKKAT! Huy, ahlak, mizaç ve hatta zevklerde bile uyum içinde olan kişileri tercih etmek evlilikte mutluluğa bir adım atmış olmak demektir.

8)SEVGİ ÖNEMLİ Aşık olmadan evlenmem demek ne kadar yanlışsa; sevginin sıfır olduğu bir evliliği de mantık evliliği yapıyorum diye yapmak yanlıştır. Sevmediğiniz, içinizin ısınmadığı komşunuzla bile yapamazken hayat arkadaşıyla hiç yapamazsınız.

9) AİLENİZİN GÖRÜŞÜNE ÖNEM VERİN
Sonradan “Ben nerede yanlış yaptım?” dememek için ilk anda yanlış yapmayın. Çünkü kimi gençler ailelerin denk görmediği eşlerle evleniyorlar. O an hisleri mantıklarını örtüp aileyi dinlemiyorlar

Nancy Sinatra / Bang Bang

Akıllı adamlardan güzel cevaplar

Sokrates ve eşi bir turlü iyi geçinemezlermiş. Bir gün eşi Sokrates'e verip veriştirmiş, ağzına geleni söylemiş. Bakmiş kocası hiçbir tepki göstermiyor; bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış. Sokrates: "Bu kadar gökk gürültüsünden sonra bir sağanak zaten bekliyordum" demiş.


Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş.. Bernard Shaw, bir oyununun ilk gecesine, Churchill'i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş: Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz, tabii dostunuz varsa!" Churchill , hemen cevap göndermiş: "Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim. Ikinci gece gelebilirim, tabii oyununuz ikinci gece oynarsa!"

Bir gün Eflatun, talebelerinden birini kumar oynarken yakalamış ve şiddetle azarlamış. Talebesi: "Iyi ama ben çok az bir parasına oynuyordum" diye itiraz edecek olunca Eflatun cevap vermiş: "Ben seni kaybettiğin para için değil, kaybettiğin zaman için azarlıyorum."

Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbirşeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. Ikisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir... Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem" der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: - Ben çekilirim!!

Meşhur bir filozofa -Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz? diye sorulduğunda -Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş.

Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile'ye hasımlarından biri: -Efendim, demiş. Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi? Galile: Doğru, demiş. Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?

Bir toplantıda bir genç Mehmet Akif'i küçük düşürmek için: -Afedersiniz, siz veteriner misiniz? demiş. M. Akif hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş: -Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?

Bir filozofa sormuşlar: "Şansa inanır mısınız?" Filozof: "Evet, yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle açıklardım".

Üstad Necip Fazıl Kısakürek bir gün konferans verirken salonda bulunanlardan birisi kürsüye salatalık fırlatır. Salatalığı eline alan Necip Fazıl salondakilere dönerek: "- Birisi kimliğini göndermiş, kiminse gelsin alsın" der.

Üstadın, Fransa’da Osmanlıyı anlattığı bir konferansı esnasında Cezayirli bir genç, ’’Osmanlı emperyalist değil miydi ?’’ diye sorar Üstad enfes bir cevap verir; -Evladım eğer Osmanlı emperyalist olsaydı şu anda bu soruyu fransızca değil türkçe sorardın.

Bir gün yine duruşmaya gitmiştik. Çok geç vakit hapishaneye döndük. Başta Necip Fazıl olmak üzere, çoğumuz uzun uzun konuşmuştuk. Bermutad Paşa(Cevat Rifat), “sükut” yapmıştı. Necip Fazıl bizden ayrı bir yerde kalırdı. Daha geldiğimiz gün onu revire almışlardı. O, oraya gitti. Biz koğuşlara çıktık. Bazı arkadaşlar bizi bekliyorlardı. Nurettin Ardıçoğlu, paşaya sordu: Üstad nasıl konuştu ? dedi. -Üstadla araları limoni olan-Paşa cevap verdi. : Onun konuşmasını boşver. Her zamanki gevezelikler. .. Ben öyle muhteşem bir sükût yaptım ki, sükûtumun ihtişamından dolayı herkes beni tebrik etti. İkinci gün Necip Fazıl’a söyledik. “Senin konuşman kaç para eder”, dedik. Paşa öyle muhteşem bir sükut yapmış ki, sükutunun ihtişamından dolayı herkes kendisini tebrik etmiş. Necip Fazıl şaşırdı : - ‘’ Bari haber verseydi de sükûtunu plağa alsaydık’’ dedi.

Ömer Karaoğlu / Kuşlar

Can Dündar / Şehir ve kadın

Gül kokusu


Oğulotu (limon otu) her derde deva

Halk arasında "limon otu" olarak bilinen, literatürdeki adı ise "Melissa officinalis L." olan oğulotunun, stresten mide rahatsızlıklarına kadar birçok hastalığın tedavisinde etkili olduğu ve ferahlatıcı kokusundan dolayı rahatlatıcı özelliği olduğu biliniyor.

Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Oya Kaçar, eski çağlardan beri sinirleri yatıştırıcı özelliği olduğu bilinen "oğulotu"nun, karın-mide ağrısı, hazımsızlık, ishal ve yorgunluk tedavisinde kullanıldığını söyledi. Dr. Kaçar, oğulotunun kalp, rahim ve sindirim sistemi üzerinde koruyucu, kuvvetlendirici, spazm çözücü, ruhsal ve fiziksel sakinleştirici, hazmı kolaylaştırıcı, bağırsak gazlarını giderici özelliği bulunduğunu ifade etti.

Selülit bir hastalık değildir, herkeste olabilir

Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermotoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Neslihan Şendur, selülitin, dolaşımının azalmasıyla vücudun belirli bölgelerinde yağ dokusunun birikmesi sonucu oluştuğunu belirtti.


Prof. Dr. Şendur, selülitin bir hastalık değil, kozmetik bir bozukluk olduğunu söyledi. Selülitin tüm kadınların yaklaşık yüzde 85-90'ında görüldüğünü kaydeden Şendur şu bilgileri verdi: "Selülit sadece şişmanlarda ve kadınlarda oluşmaz. Androjen hormonu (erkeklik hormonu) eksik olduğu zaman erkeklerde de selülit görülebilir. Genetik faktörler, yanlış beslenme, alkol ve sigara kullanımı selülitin oluşmasına neden olurken, yüksek topuklu ayakkabılar, sıkı pantolon ve çamaşırlar selülit oluşumunu tetikliyor. Selülit oluşumunu engellemek için düzenli beslenilmeli, bol su tüketilmeli, uzun yürüyüşler ve egzersizler yapılmalı, kan dolaşımının engellenmesine neden olan alkol ve sigara kullanılmamalı."

Dostluk...

17 Ağu 2007

Ahmet ve Nihat adında iki arkadaş varmış. Aynı okulda okuyorlarmış.



Ahmet istanbulda yaşayan, evi, arabası yeterince parası olan biriymiş. Nihat memleketten İstanbul'a gelmiş zor şartlar altında yaşayarak okuyormuş. Bunlar zamanla daha da iyi arkadaş olmuşlar. Ahmet Nihat'ın durumuna üzülüyor yardım yolları arıyormuş. Nihat'ı evine almış. Yedirmiş içirmiş. Cebine para koymuş. Üstünü giydirmiş. Kendine aldığı yeni kıyafetlerini bile ona vermiş.



Artık beraber gül gibi yaşayıp gidiyorlarmış. Bir gün Ahmet camdan dışarı bakıyormuş. Karşıdan gelen uzun süredir hayran olduğu ve yakında açılmak istediği kızı görmüş. Ve sonra arkadan Nihat'ın onu takip ettiğini. Nihat eve gelmiş ve Ahmet'e o kızdan cok hoşlandığını aralarını yapıp yapamayacağını sormuş. Ahmet kendisinin de ondan hoşlandığını söyleyememiş.



Arkadaşınin üzülmesini istememiş çünkü. Aralarını yapmış.



Derken zamanla okul bitmiş. Nihat bir süre sonra Kayseri'ye vali olmuş. Evi arabası, yatı, katı, bir sürü parası olmuş. O kızla da evlenmiş. Ama Ahmet tam tersi. Evini arabasını kaybetmiş. Bütün parası bitmiş. Yatmaya yeri yemeye yemeği kalmamış. Aç sefil gezerken komşuları,



- Senin bir arkadaşın vardi Nihat diye. O Kayseri'ye vali olmuş, neden ondan yardım istemiyorsun, belki sana bir iş verir demişler. Ahmet reddetmiş hemen. Bunu kabullenemem demiş. Komşular ne kadar ısrar ettiyse de bir türlü kabul ettirememişler.



Ahmet için daha zor günler başlamış. Bakmış olacak gibi değil komşularını dinleyip tutmuş Kayseri nin yolunu. Valiliğe gelmiş. Ordaki odacılardan birine Nihat Beyi görmek istiyorum demiş. Odacı Nihat Beyin yanına girmiş çıkmış ve



- Sizi görmek istemiyor. demiş. Nasıl olur demiş Ahmet. Ona İstanbul'dan çok yakın arkadaşın Ahmet geldi deyin. Odacı tekrar gitmiş ve,



- Nihat bey sizi tanımadığını eğer daha fazla ısrar ederseniz kovduracağını söyledi demiş.



Ahmet duyduklarına inanamamış. Nasıl olur da, yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği, sevdiği kızı bile verdiği can ciğer arkadaşı Nihat onu tanımaz. Yıkılmış bir şekilde valilikten çıkıp doğru Nihat'ın evine eskiden hoşlandığı kızın yanına gitmiş. Belki yardım eder diye. Kapıyı çalmış. Birinin gelip dürbünden kendine baktığını hissetmiş. Ama kapıyı açmamış kadın.



Bir kez daha yıkılmış. Dışarı çıkıp kendini toplamaya çalışırken yanına yaşlı bir amca yaklaşmış. Ahmet'in durumundan cok etkinlenmiş adam. Olayı anlatmasını istemiş. Ahmet'te olduğu gibi anlatmış. Adam cok üzülmüş.



Demiş ki.. -Bak evladım. Seni cok sevdim. Dürüst bir insana benziyorsun. Bak benim şurada bir sarraf dükkanım var. Gel istersen benimle çalış. Hem para kazanırsın hem de yatmaya yerin olur. Ahmet hemen kabul etmiş ve çalışmaya başlamış.



Gel zaman git zaman dükkana başka bir yaşlı amca gelip gitmeye başlamış.



Çok iyi arkadaş olmuş Ahmet'le. Bir gün bu yaşlı amca elinde bir kutuyla gelmiş dükkana. Bak ben bir yere gidiyorum. Eğer 3 ay içerisinde dönmezsem bu kutu senindir, istediğin gibi kullan, demiş. Ahmet kutuyu almış, odasında bir yere koymuş. 3 ay geçmiş, 4 ay geçmiş, 6 ay geçmiş amca hala gelmemiş.



Sonunda Ahmet kutuyu açmaya karar vermiş. Bakmış içinde, elmaslar, mücevherler, altınlar, bir sürü de para varmış. Ne yapacağını şaşırmış. Hemen patronuna gidip durumu anlatmış. Patronu da artık o kutunun kendisinin olduğunu istediği gibi kullanabileceğini söylemiş. Bir de öneride bulunmuş.



- Bak sen bu işi iyice öğrendin. Gel sana bir kuyumcu dükkanı açalım. Gül gibi geçinip gidersin. Hemen dükkanı açmışlar. Ahmet almış başını yürümüş. Ev,araba, yat, kat. Zengin olmuş kısacası. Bir gün dükkana bir anne-kız gelmiş. Kızdan hoşlanmış Ahmet. Zamanla görüşmeye başlamışlar, derken nişanlanmışlar. Düğün vakti gelmiş. Davetiyeler hazırlanırken kız valiyi de çağıralım demiş. Ahmet kabul etmemiş. Nasıl olur demiş kız. Biz bu şehrin ileri gelenlerindeniz, valiyi çağırmasak olur mu? Ahmet yine kabul etmemiş.



Kız ısrarla neden böyle davrandığını sorduğunda anlatmış Ahmet. Sorunun bu şekilde çözülmeyeceğini söylemiş kız. Biz çağıralım, o yaptığından utansın demiş. Ve ona da bir davetiye yazmışlar. Düğün günü gelmiş çatmış. Davetliler tek tek gelirken heyecan içindeymiş Ahmet.



Nihat'ın gelip elmeyeceğini düşünüyormuş. Derken eşiyle kapıda görünmüş Nihat.



Ahmet, ilk başlarda gözgöze gelmemeye çalışmış. Nihat ne yana gitse öbür tarafa kaçıyormuş Ahmet. Hiç gözgöze gelmemeye çalışıyormuş. Dayanamamış birden. Piste çıkmış, almış mikrofonu eline.



Başlamış anlatmaya. Zamanında ben durumum iyiyken sevgili valimiz Nihat beyle aynı okulda okuyorduk. O zamanlar Nihat beyin durumu bu kadar iyi değildi. Nihat'ı evime aldım. Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim. Sevdiğim kızı bile ona verdim. Bir gun benim durumum kötüleşti. Elimde avucumda ne varsa kaybettim. O kadar zor durumdaydım ki Nihat'a yardım istemeye gittim. Ama o beni tanımadığını söyledi, kovdurdu. Ordan çıkıp eşinin yanına gittim. Ama o kapıda benim olduğumu bildiği halde kapıyı açmadı.



Şok olmuştum. Dışarıya çıkıp kendime gelmeye çalıştığım anda bir amcayla karşılaştım. Sağolsun bana bir iş, yatacak bir yer verdi. Orada çalışırken çevrem genişledi. Başka bir amcayla tanıştım. Gel zaman git zaman o amca elinde bir kutuyla geldi yanıma. Bir yere gideceğini 3 ay içerisinde dönmezse kutunun benim olacağını söyledi. Gelmedi. Kutuyu açtım. İçinde beni bugünlere getiren yüklü eşyalarla ve paralarla karşılaştım. Sonra kendime bir kuyumcu dükkanı açtım. Orada sevgili nişanlımla tanıştım. Ve evleniyorum.



Anlattıklarım yalansa yalan desin Nihat Bey, demis ve bırakmış mikrofonu. Herkes şaşkınlık içinde Nihat Beye dönmüş.



Acıyarak bakmışlar bir Ahmet'e, bir Nihat'a. Nihat bir cevap vermek zorunda kalmış. Almış mikrofonu. Başlamış anlatmaya. Evet Ahmet'in söylediklerinin hepsi doğrudur. Yalan diyemem. Zamanında bana çok yardım etti, hakkını ödeyemem. Sağolsun benim mutlu bir evlilik yapmama öncülük etti. Ama eşimi zamanında sevdiğini bilmiyordum. Durumunun kötüye gittiğini, bir gün bana geleceğini biliyordum. Hep o günü bekledim. Ve sonunda geldi.



Onu kapıdan kovdurdum doğrudur. Ama niye kovdurdum. Eğer ben o zaman ona yardım etseydim gururuna yediremeyecekti. Belki de bir süre sonra intihar edecekti. Iyi bir arkadaşımı kaybetmek istemem.



Burdan çıktıktan sonra direk eşime gideceğini biliyordum. Hemen eşime telefon açtım. Ona Ahmet'in geleceğini, kapıyı açmamasını söyledim. Açmadı. Derken bizim evin karşısında bir sarraf dükkanı işleten arkadaşım var. Ona hemen telefon açtım. Bizim evden çıkan bir adam görürse onu işe almasını yardımcı olmasını istedim. İşe aldı, yatacak yer verdi. Bir gün babamı gönderdim ona. Can yoldaşlığı etsin diye...İyi arkadaş oldular...



Sonra babama bir kutu verdim Ahmet'e versin diye. O kutu babamın değildi. Benim de değildi. O zaten Ahmet'indi. Ona borcumu hiçbir zaman ödeyemem. Ahmet kutuyu aldı. İyi kullandı ve bugünlere geldi. Bir gün annemle kızkardeşimi gönderdim. Durumu nedir bir kontrol edin diye. Orada birbirlerini görüp aşık olmuşlar, evleniyorlar.



Bırakmış mikrofonu. Ahmet'le beraber herkes şaşkınlık içinde kalmış. Bir an gözgöze gelmişler. Derken birbirlerine sarılıp özür dilemişler. Güzel bir düğün olmuş, beraberce mutlu yaşamışlar...

Paraşütlerimiz

Charles Plumb Vietnamda uçmuş,ABD Hava Harp Okulu mezunu bir pilottu.Savaş sırasında yaptığı 75.inci uçuşta, yerden havaya atılan güdümlü bir füze tarafından vuruldu. Derhal kendini fırlatıp paraşütle bir ormanın içine düştü.Kısa bir sure sonra da Vietkonglar tarafından yakalandı ve tam 6 yıl Kuzey Vietnamda esir olarak tutuldu.

Bugün Charles Plumb yaşadığı bu tecrübe hakkında insanlara ders vermektedir.


Bir gün Charles ve eşi restoranda yemek yerlerken bir adam masalarına yaklaşır ve şaşkınlık içinde çığlık atar:


-Aman Allahım ! sen Plumb'sın .Vietnamda jet pilotuydun ,Kitty Hawk havaalanından. Uçağın düşmüştü!


-Evet ama sen nereden biliyorsun bunu ? der eski pilot Plumb-Biliyorum çünkü uçuş öncesi senin paraşütünü ben hazırlamıştım.Plumb hayretler içindeydi. Adam elini Plumbun omuzuna atar:


-Anladığım kadarıyla paraşüt işe yaramış Plumb evet anlamında kafasını sallar.


-Eğer işe yaramasaydı şu anda burada değildim.Plumb o gece ,restoranda masaya gelen adamı düşünmekten uyuyamaz.Savaş sırasında çoğu kez gördüğü bu adamla bir kez olsun konuşmadığını düşünür. Çünkü o bir savaş pilotu,adamsa paraşüt hazırlayan basit bir askerdir sonuçta. Oysa o asker ,uzun tahta bir masada saatlerini harcayarak ,dikkatle katladığı paraşütlerle ,her seferinde hiç tanımadığı bir insanın kaderini ellerinde tutuyordu.


Bu olaydan sonra verdiği derslerde Plumb dinleyicilere hep aynı soruyu sormaya başladı:


Paraşütünüzü kim hazırlıyor? Tüm hayatı boyunca ihiyaç duyduğumuz her şeyi bir başkasının hazırladığı biz modern dünyanın insanlarına sorulabilecek en anlamlı sorulardan biri de bu belki de....


Yaşamaya devam etmemizi sağlayan sayısız paraşütler var hayatımızda,her defasında bir başka insanın bizim için hazırladığı ,maddi paraşütler, manevi paraşütler,duygusal paraşütler,ruhsal paraşütler......


Sahip olduğunuz en büyük yeteneği kim kazandırdı size ,veya düşünce yapınızı kim şekillendirdi?


Kimler size moral verdi zor zamanlarınızda ya da hayata dair manevi değerlerin farkına varmanızı kimler sağladı?


Hayatınız boyunca paraşütünüzü hazırlayan kimlerdi? İşte onlar hayatımızı borçlu olduğumuz insanlardır.

Peki siz kimlere, hangi paraşütleri hazırlıyosunuz, hiç düşündünüz mü?

Ada Sahibi ya da Ada Olmak

Tanınmış gezgin Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu'nun ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.

Bu olaya yalnızca Thomas Cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.

Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. İnsanların, yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama... Olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.

Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç "kendinizi toparlayacağınız" bir adanız oldumu? Yaşamın uzun "göç yolları"nda acaba, sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? Birgün yerinde bulamadığınızda ise, ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?

Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir eş, ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize... Size gelen, size sığınan...Sizin gittiğiniz, sizin sığındığınız...Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:

Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve...

Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?

Cilt tipinize göre bakım yapın

16 Ağu 2007

Yağlı cilt
Yağlı cildin en belirgin özelliği; aşırı yağ salgılaması, normal ve kuru ciltten daha kalın olmasıdır. Yağlı ciltte kir ve yağlarla dolu geniş gözenekler de görülebilir. Yağlı cildin oluşmasına sebep olan bazı etmenler arasında; ergenlikte hormon dengesizliği, yağ açısından zengin beslenme alışkanlığı, sıcak ve nemli hava sayılabilir. Yağlı cildi olanlar çoğunlukla yüzlerini sık sık yıkarlar. Genel inanış, aşırı yağın cildin kirli olduğunu göstermesi ve sık yıkamanın sivilceleri önleyeceğidir. Ancak sanılanın aksine; sık yıkama cilt problemini artırabilir. Aşırı yıkama ve cildi fırçalama yalnızca yüzeydeki yağı alır, ancak deri altına sıkışmış yağ, kir, ölü hücreler ve bakterileri temizlemez. Gerçekte aşırı temizleme ve yıkama derinin asit örtüsünü alır ve mikropların deriye işlemesini kolaylaştırır. Asit örtüsü, derinin kendini mikroplardan korumak için oluşturduğu doğal korumadır ve aşırı yıkama nedeniyle yok edildiğinde derinin normal asit oranına dönmesi en az yarım saat alır. Dolayısıyla bir güzellik uzmanının yardımına ihtiyaç vardır. Uzman, cildi derinlemesine temizleyerek, onun beslenmesine yardımcı olur. 4 haftada 1 kez temizlenmesi önerilir.

Karma cilt
Karma ciltlerin tipik belirtisi; alın ve burun bölgesindeki parlamalardır (T Bölgesi). T bölgesindeki bu yağlanmaya karşı yanak bölgesindeki cilt kurudur. T bölgesinde sivilce ve siyah noktalar görülmesi durumunda bir güzellik uzmanının yardımına ve bakımına ihtiyacınız var demektir.
Her 4 haftada 1 kez bakım yapılması önerilir. Problemli bölgenizin bakımını özel bakım ürünleri ile yapmalısınız. Alın ve çene bölgesinde peeling ürünleri, losyonlar ve yağsız kremler, yanaklarda ise kuru ciltlere uygun krem ve ampüller kullanmalısınız.

Kuru cilt
Cilt; aşırı güneş ve rüzgar, kuvvetli sabunlar, dengesiz beslenme, yaşlanma, yeterli sıvı almama, kurutucu maske ya da kozmetikler, kullanılan ilaçlar ve çevre faktörleri nedeniyle kuruyabilir. Cilt kuruluğunun genel sebebi; cildi besleyen sebumu (yağ) üreten yağ bezlerinin yeterli çalışmamasıdır. Cilt tedavisi ve evde uygulanacak bakım, yağ bezlerini uyararak, yağ üretimini düzenler. Kuru cilt tipi için güzellik uzmanına yapacağınız tek 1 ziyaret, çoğu kez yeterli olur. Uzmanınız size uygun bakım ürünü serisini önerecektir. Kuru ciltlerin bakımı için nemlendirici ürün kullanımı yeterli olur (örneğin jeller). Kolajen ampülleri, kuru cildin nem tutması açısından yardımcı olurlar. Ancak kolajen ampülü kullanımından önce cildin temizlenmesi gerekir (Peeling yapılmamalıdır!). Ampuller, kan dolaşımını harekete geçiren masajlar ve nemlendirici maskeler de günlük bakım içinde yer almalıdırlar.

Bir bebeğin yarım kalmış günlüğünden

15 Ağu 2007

5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.




Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.




19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.




23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!



27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?



2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.



12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.



20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…



25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..



10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…



13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..



24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?



28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An… Ah!



Kürtajınız ta-mamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun !..

Durun, Bir Dakika da Kendinize Ayırın!..

14 Ağu 2007

Günlük hayatın hay-huyu içinde, gündelik telâşe ve sıkıntılarla doluyken, zamanın nasıl geçip gittiğini çoğu kere fark etmeyiz. Çok şâhit olmuşuzdur ki, anne ve babalar, kendi öz çocuğu için bile:

“–Aaa, sen ne zaman büyüdün?!.. Doğduğun günleri daha dün gibi hatırlarım!.. Boyun da ne kadar büyümüş, elbiselerin ne kadar kısalmış!..” demektedirler. Bu bazen, sürekli yanında olan bir kişinin değişimini fark edememekten kaynaklansa da, çoğunlukla zamanın su gibi akıp gitmesindendir.

Bunu en çok da kendi hayatımızda fark ederiz. Bir bakarız, bir gün bir anda akşam oluvermiş; bir doğumun, bir ölümün üstünden bir ay, bir yıl geçivermiş.


Sonuç itibariyle güzellikler de, sıkıntı ve dertler de gelip geçici… Aynı zamanın süratle akışı gibi… En fazla yüz yıl içinde, bütün bir şehir halkı mezara taşınmakta, yerine yenileri gelmektedir. Bu devran, dünya kurulalı beri böyledir.

Peki böyle süratli bir gidişât içinde, kendi kendimize soruyor muyuz acaba:

“Biz nereye gidiyoruz?” diye…

Bazen okul ve arkadaş çevresinin yaptıkları kırıcı hareketler, bazen ters giden ticâretimiz, bazen ev içindeki huzursuzluk ve tatsızlıklar, yakın-uzak akrabalarımızın, komşularımızın dertleri, tasaları; hatta sevinçlerimiz, mutluluklarımız, bizi hayatın gerçek ve değişmeyen yüzünden uzaklaştırıyor mu acaba… Hayatın er-geç tükeneceğinden, ölümün bir daha bırakmamak üzere yakamıza yapışacağından, her insanın kendi yapıp ettiklerinin hesabını vereceğinden…


Konuşmalarımızda çoğunlukla âleme nizam verir, etrafımızdaki insanların yanlışlarını söyler, dost ve arkadaş sohbetlerimizde hükümet kurup, hükümet deviririz. Dünyanın genel gidişatından konuşmak, Amerika’dan, Avrupa’dan, ne bileyim dünyada ters giden bütün her şeyden konuşmak bize tatlı bir zevk verir. Ama acaba kendi hayatımız ve gidişatımız hakkında da bu kadar düşünüp konuşuyor muyuz?! Yoksa “bugün var, yarın yok” oyuncaklarla oyalanıp duruyor muyuz?

İşte bir muhasebe mevsimine daha geldik. Bir daha kendimize dönme, günahlarımızı, hatalarımızı fark etme, ayıklama mevsimine… Bir dahakine ulaşabilir miyiz, kimsenin garantisi yok!.. Belki bu bizim son yıkanıp durulanma mevsimimiz. Rabbimizin huzuruna günahlarla, hatalarla, kul haklarıyla çıkmamak için son fırsatımız belki de…

Ne yüce bir Rabbimiz var. Kulları kendini sık sık hatırlasın diye, nice fırsatlar koymuş önümüze… Her gün beş vakit namazla çağırmış huzuruna… Senede bir ay, başka bütün endişeleri unuttururcasına bir açlık terbiyesi olan orucu koymuş kullarının önüne… Arada kandiller, özel gün ve geceler… Hep kulları, kendilerini muhâsebeye çeksin, bugününü, yarınını düşünsün diye… Kendisine en büyük nimetleri veren, yegâne sahibi ve mâliki Rabbini hatırlayıp tâzim etsin, kulluk etsin diye…


Aramızdan niceleri, bu güzel günleri ayları lâyıkıyla değerlendirecek, bir cennet berâtı alarak Receb’i, Şaban’ı ve Ramazan’ı uğurlayacak!.. Eski hayatına, geçmişine bir sünger çekecek, yaşlı gözlerle… Pişman ve boynu bükük olarak Rabbinin huzuruna çıkmanın büyüklüğüne kavuşacak… Ve kalan sayılı günleri için tertemiz bir sayfa açacak… Bir daha üzerine leke düşürmemeye azmedecek!..


Kimileri de, akıp giden en büyük nimetlerden biri olan zamanın farkına varmadığı gibi bu güzîde anları da heder edecek… Sonra pişman olup “Âh!..” çekeceği şekilde israf edecek… Ama bazı şeyler için geriye dönüş yoktur. Elverir ki, ölüm meleği kapımıza gelmeden biz Rabbimizin kapısına gidelim…

Neden bu Üç Aylar’dan alnının akıyla çıkanlardan olmayalım?!.. Neden senede bir kez kapımıza gelen bu mağfiret çağlayanından nasiplenmeyelim?!..

Design by Blogger Templates